Mekke’de risâletin 5-6. yılında indirilmiş olması muhtemel olan, 77 âyetten oluşan, adını ilk âyetinde zikredilen “ayıran ölçü” anlamındaki الْفُرْقَان el-furkân kelimesinden alan Furkân sûresi, inişe göre 40, resmî sıralamada ise 25. sûredir.
Furkân sûresi, resmî sıralamada öncesinde bulunan ve Medine dönemi sûrelerinden olan Nûr sûresiyle yakın konu ilişkisine sahiptir. Aslında Mekkî sûrelerle Medenî sûreler üslup ve içerik olarak birbirlerinden farklı olmalarına rağmen, resmî sıralamanın rastgele yapılmadığı, bu noktada vahyin belirleyici bir fonksiyon icra ettiği açık bir gerçektir. Buna göre, hem Nûr, hem de Furkân sûresinin ilk âyetlerinde vahye dikkat çekilme noktasında ortak bir içerik oluşturulmaktadır.
Mekkî sûrelerde hukukî ve toplumsal düzenle ilgili âyetler genelde bulunmadığı için, geri kalan konularda, mesela kâinat kitabına dikkat çeken Furkân 45-62. âyetleriyle Nûr 41-45. âyetleri birbiriyle uyum içerisindedir. Ayrıca Nûr 36-38. âyetleriyle Furkân 63-77. âyetlerinde Rahmân’ın yiğit kullarının özellikleri sıralanmakta, böylece her iki sûre konu birlikteliğine sahip bir içerik arz etmektedir.
Furkân sûresinin ilk âyetlerinde, tevhidle ilgili Allah tasavvuru ele alınmakta, O’nun ortaksız mutlak hükümranlığı gündeme getirilerek, her şeyi yaratan ve her şeye ölçü koyan kudretin O’na ait olduğu beyan edilmektedir. Yüce Allah’ın peşi sıra ilahlar edinen müşriklerin tanrı tasavvuru da hatırlatılarak, onların nasıl derin bir yanılgı ve çelişkiler yumağı içerisinde oldukları bildirilmektedir.
4. âyetten itibaren, kâfirlerin vahye karşı çıkışı ve peygamber algıları ele alınmakta, bir peygamberin nasıl özelliklerinin olması gerektiği konularındaki kanaatleri ve Yüce Allah’ın onlara verdiği cevaplar hatırlatılmaktadır. Daha sonra müşriklerin Son Saat’i yalanlamaları ve buna karşılık kendileri için içinde ebedi kalacakları cehennemin hazırlandığı beyan edilmekte, bu arada cennetliklere de kısaca değinilmektedir.
17. âyetten itibaren, mahşerde yaşanacak çeşitli sorgulamalar gündeme getirilmekte, melekleri Yüce Allah’ın kızları sanıp onlara tapan müşriklerin ilahi huzurda mahcup edilecekleri beyan edilmektedir. Peygamberlerin çeşitli insani özellikleri hatırlatılarak müşriklerin peygamberlik ispatına dair son derece anlamsız istekleri gündeme getirilmekte ve içine düştükleri sapkınlık ve azgınlık hatırlatılmaktadır.
21. âyetten itibaren, inkârcı tipin mahşerde yaşayacağı çeşitli sıkıntılı süreçler ve dile getireceği pişmanlıklar beyan edilerek, “keşke, öğüt geldikten sonra beni ondan uzaklaştıran filancayı dost edinmeseydim” sözü aktarılmakta, şeytanın kişiyi yüzüstü bırakıcılığı ifade edilmektedir.
30. âyetten itibaren, Hz. Peygamber’in, “dünyadayken Kur’ân’ı yalnızlığa terk edenleri mahşerde şikâyeti” gündeme getirilmekte, böylece ümmetin vahiyle olan olumsuz ilişkisine dikkat çekilmektedir. Daha sonra inkârcıların düşmanlıklarına karşılık Yüce Allah’ın dost ve yardımcı olarak yeteceği ifade edilerek, vahyin topluca indirilmesi gerektiğini söyleyenlere karşı bunun bölümler halinde peyderpey indirilmesinin gerekçesi dile getirilmektedir.
35. âyetten itibaren, insanlık tarihinden Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Nûh, gibi peygamberler ve kavimleri ile Âd, Semûd, Ress ahalisi ve daha başka kavimlerden oluşan azgınların peygamberlere gönderilen ilahi öğretilere karşı çıkışlarından çeşitli örnekler verilmekte, onların tutumları ile yaşadıkları akıbetler dile getirilmekte, onların akıbetlerinden ibret almayanlar eleştirilmektedir.
41. âyetten itibaren, Hz. Peygamber’le alay eden Mekkeli müşriklerin şu sözlerine yer verilmektedir: “(Müşrikler), ‘onları (savunmakta) sebat göstermemiş olsaydık, nerdeyse bizi ilahlarımızın (yolundan) saptıracaktı’ (diyorlar).” Bunun sonrasında inkârcıların yaşayacağı feci akıbete değinilmekte, heva ve heveslerini ilah edinenler akılsız ve iradesiz canlılara benzetilmekte, hatta onlardan daha şaşkın olarak tanıtılmaktadırlar.
45. âyetten itibaren, kâinat kitabından “gölge, Güneş, gece, gündüz, rüzgar, yağmur gibi çeşitli başlıklar ele alınmakta, bu arada Kur’ân’ı anlatmanın büyük bir cihad olduğu beyan edilmektedir. 53. âyetten itibaren, yine mahlükat âleminden olmak üzere denzilerin birbirine karışmaması, insanın yaratılışı, insanın nankörlüğü, risâlet görevinin ücret değil ecir endeksli olduğu hatırlatılmakta, kainatın yaratılışı, müşriklerin ilahi buyruklara karşı olumsuz tavırları, Rahmân’a boyun eğmeyenlerin nefretleri gibi konulara yer verilmektedir.
63. âyetten itibaren başlayan son grup âyette ise, Rahmân’ın has kullarının çeşitli özellikleri sıralanmakta, en sonunda ise duası ve ibadeti olmayan kulların Yüce Allah’ın rızasının ve cennet ödülünün dışında kalacakları beyan edilmektedir.