Mekke’de risâletin 11-12. yılları arasında indirilmiş olması muhtemel olan, 111 âyetten oluşan, adını birinci âyette geçen “gece yürütmek” anlamındaki اَسْرٰى esrâ/isrâ’ kelimesinden alan İsrâ’ sûresi, inişe göre 68, resmî sıralamada ise 17. sûredir. 2-8 ve 101-104. âyetlerinde ele alınan konu gereği bu sûreye Benî İsrâil sûresi de denmektedir.
İsrâ’ sûresi, resmî sıralamada öncesindeki Nahl sûresiyle yakın konu birlikteliğine sahiptir. Bu bağlamda her iki sûrede de kâinat kitabının âyetlerinden söz edilmekte (İsrâ’ 13; Nahl 10-16), öldükten sonra diriltilmeyi inkâr edenler kınanmakta (İsrâ’ 49-51; Nahl 38), şeytanın insanları etkilemeye çalışacağı (İsrâ’ 62-65; Nahl 98-100), Yüce Allah’a çocuk isnadının korkunç bir hata oluşu (İsrâ’ 40; Nahl 56-60), Allah’a ortak koşan müşriklerin şirkinden O’nun yüce ve münezzeh olduğu (İsrâ’ 43; Nahl 1) gibi konular iki sûrenin ortak içerikleri arasında yer almaktadır. İsrâ’ sûresi, isrâ’ denen olayı ifadeyle başlamakta, İsrailoğullarının nankörlüğüne dikkat çekilmekte, Kur’ân’ın tek gerçek yola ileticiliğine, mahşerde yaşanacak hakikatlere gönderme yapılmaktadır.
22. âyetten itibaren, tevhid vurgusu başta olmak üzere, ana-babaya iyilikten Yüce Allah’a çocuk isnadının korkunç bir hata oluşuna varıncaya kadar pek çok prensip gündeme getirilmektedir. Daha sonra kâinattaki bütün mahlûkatın Yüce Allah’ı tesbih ettiği, öldükten sonra diriltilmeyi inkâr edenlerin hatalı inanışları, mucize beklentilerinin reddediliş gerekçeleri ele alınmaktadır.
61. âyetten itibaren, Hz. Âdem için İblis’in secdeden kaçınması, sonrasında insanları saptırmaya çalışacağını söylemesi, Yüce Allah’ın insanlara pek çok ihsanı ve ikramı dile getirildikten sonra, müşriklerin Hz. Peygamber’i rahatsız etmeye çalışmaları ve sonrasında onlara verilen cevaplar ele alınmaktadır.
78. âyetten itibaren, namaz ibadeti, gece Kur’ân okuyuşları, vahyin inançsızlıklara karşı şifa oluşu, ruhun insan idrakini aşan yönü ile insanların ve cinlerin Kur’ân’ın bir benzerini getiremeyecekleri bilgisi ifade edilmektedir.
90. âyetten itibaren, muhatapların Hz. Peygamber’den sıra dışı beklentileri ve bunlara verilen cevaplar, mahşeri inkâr edenlerin oradaki diriltiliş biçimi ile Yüce Allah’ın kudretine dair bilgilendirmeler gündeme getirilmektedir.
100. âyetten itibaren, İsrailoğullarına verilen dokuz delil ile Firavun’un Hz. Mûsâ’yı suçladığı cümlelere yer verilmekte, vahyin peyderpey okunması gerekliliği ile ona gönül verenlerin ayırt edici hassasiyetleri beyan edilmektedir.
Sûrenin sonunda ise Yüce Allah’ın hamde layık yegâne kudret oluşu, çocuk edinmediği, yaratmada ortağının bulunmadığı, acizliğe düşmediği, bu yüzden de yardımcıya ihtiyaç hissetmediği dile getirilmektedir.