-
1. Rahmân, Rahîm olan Allah’ın adıyla.
a) Besmele İle İlgili Genel Mülahazalar
Sûrenin tefsirine başlarken önce Besmele’nin müstakil bir âyet olup olmadığı, anlamı, fazileti ve Kur’ân’da bulunuş gayesi gibi çeşitli konularda önemli olduğuna inandığımız bilgiler vermek istiyoruz.
ı. Besmele Fâtiha’nın İlk Âyeti Midir?
Besmele’nin Fâtiha’nın ilk âyeti olup olmadığı konusunda tartışmalar yapılmaktadır. Sûrenin yedi âyet oluşundan hareketle, bazı âlimler son âyeti ikiye bölerek sayarlar ve Besmele’yi sûrenin parçası olarak kabul etmezler. Sadece bir giriş ve bilinç cümlesi olarak teberrüken sûrelerin başına yazıldığından hareket ederek konuyu ele alır ve bu anlamda Fâtiha’nın başındaki ile diğerleri arasında herhangi bir fark görmezler.
Bu yaklaşımı göz ardı etmediğimizi itiraf ediyoruz; ancak biz Besmele’yi Fâtiha’nın ilk âyeti olarak kabul edenlerden olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Bu bağlamda yedi âyetlik Fâtiha sûresinin ilk âyetini Besmele’nin oluşturduğunu düşünmekteyiz. Zaten Kur’ân hattatları da bunu tercih etmiş olacaklar ki Besmele, matbu Kur’ân metinlerinde Fâtiha’nın ilk âyeti olarak numaralanmışken, diğerlerinde böyle bir özellik görülmemektedir.
Elbette yazıdaki âyet numaralandırılması işlemi tek başına bir delil olamaz; bu tür bir yaklaşım delil olarak yeterli görülemez; ancak bir işe başlamanın hemen öncesinde onu Allah adına olarak tanıtmak, her işe Allah’ı şahit tutmak, merhametinin kuşatıcılığını ilk sûrede iki kez hatırlamak bir farklılık olarak kabul edilebilir.
Fâtiha sûresinin ilk âyetinin Besmele olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Besmele, ‘Alak sûresinin ilk âyetinde yer alanبِاسْمِ رَبِّكَ bismi rabbike “Rabbinin adıyla” tamlamasının ve dolayısıyla ilâhî vahiydeki “kıraat et/oku” emrinin kimin adına yerine getirileceğinin açık cümleye dönüştürülmüş şeklidir.
Besmele, Neml 27/30’da yer aldığı üzere aynı zamanda Hz. Süleyman’ın Sebe Melikesi Belkıs’a gönderdiği mektubun başlangıç cümlesidir. Ayrıca Hûd 11/41’de belirtildiği üzere Hz. Nuh’un gemisinin suda yüzmeye başlamasının ve durmasının “Allah’ın adıyla” olacağını beyan ettiği bismillâhi şeklindeki ifadenin de açılımıdır.
Vahyin başlangıç âyetlerinin yer aldığı ‘Alak sûresinin ilk âyetindekiبِاسْمِ رَبِّكَ bismi rabbike tamlamasıyla da ilişkili ve bütün halinde indirilen ilk sûre olan Fâtiha’nın başındaki Besmele’yi sûrenin ilk âyeti saymak hatalı değildir. Biz bu yaklaşım doğrultusunda âyeti incelemeye çalışacağız.
ıı. Besmele’nin Fazileti
Diğer bazı âyet veya sûrelerin faziletine dair çeşitli rivyetler olduğu gibi, “Besmele”nin de faziletine dair çeşitli rivayetler nakledilmektedir.(1) Fâtiha sûresinin fazileti konusunda söylediğimiz gibi, Kur’ân bütünüyle Yüce Allah’ın kelam sıfatıdır. O’nun sıfatlarında “faziletlilik” anlamında sınıflandırma yapmak uygun değildir. Bütün âyetler ve sûreler eşit değerde ve önemdedir; konuya bakışımız budur.
Besmele’nin faziletini kabul edenlerin yaklaşımlarına örnek olarak sadece şu iki bilgiyi nakletmekle yetinelim: Onlara göre Besmele’nin harf sayısı 19’dur; Müddessir 74/30’daki cehennem görevlileri de 19 melekten oluşmaktadır. Anlaşılıyor ki Besmele’nin her harfi adeta “ateşten koruyuculuğu” özelliğine dikkat çekmektedir. Ayrıca, Hz. Peygamber’e nispet edilen “Besmele ile başlamayan her önemli işin sonunun verimsiz olacağı”(2) uyarısı da bu bağlamda hatırlatılan bilgiler arasında yer almaktadır.
b) Besmele’nin Önemi
Besmele, bir işin Yüce Allah’ın adıyla, Allah adına, O’nun verdiği güç ve sağladığı imkânla, sadece O’nun rızası ve hatırı için, işe O’nun adını katma duygusunu dile getirmenin vesilesidir. Kısaca Besmele, Yüce Allah’ı hatırda tutmanın ve her işe Allah’ı şahit tutmanın en güzel ifadesidir.
Hz. Peygamber’e nispet edilen bir rivayette şöyle buyrulmaktadır: “Besmele’siz (başlayan) her işin sonu hayırdan kesiktir (bereketsizdir).”(3) Yani Besmele ile başlanmayan her iş yarımdır yani tamamlanmamış demektir. Dolayısıyla Besmele her hayrın başı olduğu gibi aynı zamanda her hayrın da tamamlayıcısıdır. Bir başka rivayette de “Yüce Allah’ı anarak başlanmayan her anlamlı söz veya iş bereketsizdir, sonuçsuzdur” buyrulmaktadır.(4)
Bir işe başlarken niyetin önemi neyse, Besmele’nin önemi de odur. Besmele, hayatı bilinçli yaşamanın ve Yüce Allah adına farkındalığın Kur’âncasıdır. Bu farkındalık gereği, insan hatalardan ve yanlışlıklardan uzaklaşmayı da önemli ölçüde başarır.
c) Besmele’nin Tercümesi
Besmele’yi “Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla” şeklinde tercüme etmek mümkün olduğu gibi, “Rahmân Rahîm Allah adına”(5) şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Ayrıca “Rahmân ve Rahîm Allah’ın aşkına” tercümesi de baştaki bâ harfinin “sebebiyet” anlamına uygundur. Bu ifade ile insanlar, bir işe Yüce Allah’ın adıyla başladıklarını söyledikleri gibi, o işte Allah’ın rızasını gözettiklerini de ifade etmiş olurlar. Bizim tercihimiz ise iki sıfat arasında vâv bağlacı bulunmadığı için “Rahmân Rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklidedir.
d) Besmele’nin Kelime Tahlili
ı. Besmele’nin İlk Kelimesi ve Anlamı
a) Besmele’nin ilk kelimesi yazılışta اسْم ism sözcüğüdür. Ancak bu kelimeden önce gizli bir ifadeenin bulunduğu da beyan edilmektedir.
1. Bazılarına göre âyette اسْم ism kelimesinden önce mukadder (gizlice takdir edilmiş) bir أبتدأ ebtediü “başlıyorum” fiili var kabul edilir. Buna göre Besmele’nin anlamı, “Rahmân, Rahîm Allah’ın adıyla (başlıyorum)” şeklini alır.
2. Bir başka ihtimal ise, yine başta mukadder (gizli) bir إبتدأ ibtedi’ emrinin bulunduğudur. Buna göre emrin sahibi Yüce Allah’tır ve Besmele’nin anlamı ise “Rahmân, Rahîm Allah’ın adıyla (başla)” demektir.
3. Aynı mantıkla “oku” anlamındaاِقْرَاْ ıkra’ veya “okuyorum” manasındaأقْرَا akraü kelimelerinin mukadder (gizli) olduğunu kabul etmek de mümkündür. Buna göre Besmele’nin anlamı, “Rahmân, Rahîm Allah’ın adıyla (oku)” veya “Rahmân, Rahîm Allah’ın adıyla (okuyorum)” şeklini alır.
Her iki kelimenin bu anlamda Besmele’nin başında gizli olarak bulunması ihtimal dâhilindedir. Ancak ilki akla daha yatkındır. Her şeye rağmen, böyle gizli bir kelime takdir edilmeden “Rahmân, Rahîm Allah’ın adıyla” anlamı yaygın bir kabule sahiptir.
b) Besmele’nin ilk kelimesi olan ve “bir şey kendisiyle bilinen şey” demek olan اسْم ism sözcüğü “yücelik” anlamındaki sümüvv/simv kökünden gelmektedir.(6) Bu itibarla “Allah’ın adıyla” veya “Allah’ın adına” demek, aynı zamanda “O’nun yüceliğine inanarak” ve “Allah’ın kudretinin yüceliğini ifade ederek bir işe başlamak” demektir.
c) Besmele’deki اسْم ism kelimesi yazılırken bâ harfinden sonra kelimenin başındaki vasl hemzesi yazılmamakta, bâ harfi doğrudan sîn harfine bağlanmaktadır. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, başında bâ harfi ve sonunda Allâh lafzı varken, yani bismillâhi şeklindeki kullanımlarda(7) bu durum gözlemlenmekte, hemze yazılmamaktadır. Buna göre, her okuyucunun Besmeledeki hemzenin aslında orada bulunduğunu bilmesi ve bu kelimeyi bu şekilde tanıması gerekmektedir.(8)
Oysa bunun dışında, Kur’ân’daki bütün ism kelimeleri hemze ile yazılmakta, dahası başında bismi şeklinde bâ harfi bulunan örneklerde de bu durum gözlemlenmektedir. فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ “Yüce Rabbinin ismini tesbîh et” şeklinde Vâkı‘a 56/74, 96 ve Hâkka 69/52’deki kullanımlarda da, اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَ “Yaratan Rabbinin adını oku” şeklindeki ‘Alak 96/1’de de hemze yer almaktadır.
ıı. Lafza-i Celâl
اللّٰه Allâh kelimesi, Yüce Allah’ın özel ismidir. Bu kelimenin kökeni hakkında çeşitli iddialar ileri sürülmüştür. Biz bu iddialara girmeden, adına lafza-ı celâl (lafzatüllâh) denen bu kelimenin, Yüce Allah’ın özel ismi olduğunu belirtmek istiyoruz. اللّٰه Allâh kelimesinin “yücelik” manasındaki e-l-h kökünden gelen ilâh kelimesinden türetildiğini kabul eden âlimlerimiz vardır. Ancak biz bu kelimenin herhangi bir kelimeden veya kökten türetilmediğini kabul edenlerin görüşünü benimsemekteyiz. Söz konusu isim tekil bir kelime olup çoğulu yoktur. Başındaki hemze ve lâmdan oluşan ilk iki harfin diğer eliflâm takıları gibi kabul edilmemesi gerektiğini de hatırlatmak durumundayız.
اللّٰه Allâh kelimesi tercüme edilemez; bu anlamda yapılan tercümeler eksiktir. Onun yerine kullanılan kelimelerin Arapçada farklı karşılıkları bulunmaktadır ve söz konusu kelimeler Yüce Allah’ın adı olmaktan ziyade, birer sıfatını karşılayabilirler. Bu durumda ilgili tercümelerle Allâh kelimesi değil, ilâh gibi başka sıfatlar kastediliyor demektir.
Allâh lafzı, harflerinin farklı şekillerde okunması halinde de Yüce Allah’ı nitelendiren çok özel bir kelimedir. Lillâh, ilâh, lehû, hû vs. şeklindeki okumaların hepsinde sonuç Yüce Allah ile ilgili bir anlama çıkar. Bu nedenle, Allâh kelimesini kullanmanın çok önemli olduğunu ve mümkün mertebe onu tercümeye kalkışmamak gerektiğini belirtmekle yetinmek istiyoruz.
ııı. Rahmân - Rahîm Sıfatları
اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ “Rahmân, Rahîm (olan).” Buradaki اَلرَّحْمٰن er-rahmân kelimesi “merhametin kaynağı, merhameti bol olan”; الرَّح۪يم er-rahîm sözcüğü ise “merhametli, acıyan” demektir.
Bu iki sıfatın anlam farkına değinmeden önce şu hususun bilinmesi gerekir: Yüce Allah, ilâhî vahyinin ilk sûresinde kendisini iki defa rahmet ve merhamet sıfatıyla tanıtmaktadır. Bu sıfatlar hakkında pek çok yorum yapılmış, kelimeler çeşitli yönlerden ele alınarak iki kelimenin farklı anlamlar içerdiği ispatlanmaya çalışılmıştır.
Yüce Allah’ın merhametiyle ilgili olarak şu âyetleri hatırlatmakta yarar vardır:
“Allah insanlara çok şefkatlidir; çok merhametlidir”;(9)
“Rabbiniz merhameti kendisine yazmıştır”;(10)
“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır”;(11)
“Biz seni ancak ve ancak âlemlere rahmetimiz gereği gönderdik”;(12)
“O (Allah), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât (yardım) ediyor, melekleri de. (Allah), müminlere çok merhametlidir.”(13)
Yüce Allah, bu ve benzer âyetlerde kendisini hem merhametin kaynağı, hem de merhamet eden kudret olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla Rahmân ve Rahîm sıfatları, Yüce Allah’ın merhametinin iki yönünü oluşturmaktadır.
Hepsi Yüce Allah için olmak üzere Kur’ân’da 57 kez(14) geçen ve süreklilik, değişmezlik bildiren sıfat-ı müşebbehe olarak Rahmân kelimesi sözlükte “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak” anlamındaki rahmet (ruhm) kökünden türetilmiştir. Ayrıca bu kelimenin anlam alanında “şefkat ve merhamet eden, acıyan” boyutu da bulunmaktadır. Yüce Allah’a nispet edildiğinde kelimenin kök anlamından hareketle “sonsuz merhametiyle lütuf ve ihsanda bulunan” şeklinde anlam verilmiştir.(15)
Tevbe 9/128’de Hz. Peygamber için olanla birlikte Kur’ân’da toplam 114 kez geçen Rahîm sıfatı ise oluş ve yenileniş bildiren ism-i fâil olarak “işinde merhametli”(16) diye tanımlanabilir. Merhamet edebilmek için elbette öncelikle merhametin sahibi olmak gerekir; Yüce Allah da kendisini bu şekilde tanıtmaktadır.
Biri diğerinin zorunlu sonucu olarak ifadeye çalıştığımız Rahmân ve Rahîm sıfatları hakkında şöyle ayırımlar da yapılmaktadır: Rahmân, “kullardan veya başka varlıklardan benzerinin çıkması düşünülemeyen nimetleri veren zat”, “özünde merhametli”; Rahîm ise, “benzerlerini kulların da gerçekleştirebileceği nimetlendirmeyi yapan zat” anlamına gelir. Bu nedenle Rahmân, Yüce Allah’tan başkasına isim olarak verilemezken, Rahîm verilebilir.(17)
“Yüce Allah’ın Rahmân oluşu, ezele (başlangıcının olmaması haline), Rahîm oluşu da ölümsüzlüğüne göredir. Bundan dolayı yaratıklar Yüce Allah’ın Rahmân olması nedeniyle başlangıçtaki rahmetinden, Rahîm olmasıyla da sonuçta meydana gelecek merhametinden doğan nimetler içinde büyürler ve ondan faydalanırlar. Bu noktaya işaret etmek amacıyla ve Râzî’nin Rahmân sûresinin ilk âyetinde de dile getirdiği gibi Yüce Allah için “dünyanın Rahmân’ı, âhiretin Rahîm’i” denilmiştir. Aslında Yüce Allah, dünyanın da âhiretin de hem Rahmân’ıdır; hem de Rahîm’idir.”(18)
Rahmân ve Rahîm sıfatlarıyla ilgili şu son değerlendirmeyi yaparak konuyu toparlamak istiyoruz: İnsanın doğumundan ölümüne kadar çeşitli şartlarda hayat sürdüğünü bilmekte, görmekte ve bizzat yaşamaktayız. Hava şartları bazen sıcak, bazen soğuk, bazen ılık, bazen yağmurlu, bazen kar yağışlı, bazen tipi vs. şeklinde gerçekleşmektedir. İnsanın bütün bu şartlarda her zaman aynı oranda memnun ve rahat olması veya herkesin eşit derecede memnuniyet içerisinde bulunması mümkün değildir. Bu nedenle, benzer şartlarda yaşamalarına rağmen çeşitli şikâyetlerin dile getirildiğine defalarca şahit olmuşuzdur. Hayatın bu değişken şartları içerisinde Rabbimizin hem Rahmân sıfatına, hem de Rahîm sıfatına daima muhtacız.
Hayatın en rahat dönemi, insanın doğumundan öncesine aittir. Yüce Allah’ın, “güçlü, sağlam yer”(19) ifadesini kullandığı bu mekân “ana rahmi”dir. Rahimdeki sıcaklık ve korunaklılık, insan hayatı için tam bir mükemmellik arz etmektedir. İşte insanın en rahat ve korumalı yeri olan rahm/erhâm (rahim/rahimler) ile Yüce Allah’ın bu ilk sûrede iki defa zikrettiği Rahmân ve Rahîm sıfatları aynı anlam kökünden, yani “merhamet”ten gelmektedir. Yüce Allah’ın, bir annenin yavrusuna beslediği şefkatin mukayese edilemeyecek şekilde kat kat fazlasını kullarına beslediğinde şüphe yoktur.
Yüce Allah kendisini merhametiyle tanımamız ve tanıtmamız için zâtını bu iki sıfatıyla bize anlatmakta, bizden de aynı doğrultuda eğitim yapmamızı istemektedir. Dışlayan, azap etmek için fırsat kollayan, kullarına azap etmekten zevk alan değil de merhameti bütün yaratılmışları çepeçevre kuşatan bir Allah anlayışını topluma kazandırmak durumundayız. “Sürekli yakan ve azarlayan Allah” motifi yerine, “seven, şefkat ve merhamet eden, koruyup kollayan, ödüllendirmede sınır tanımayan, bağışlayan, affetmek için dua isteyen bir Allah” motifiyle O’nu tanıtmak zorundayız; çünkü O, kendisini böyle nitelendirmektedir. Rahmân ve Rahîm sıfatları bize bu anlayışı vermek için Fâtiha sûresinde iki kez yer almaktadır.
Konuyla ilgili olarak birkaç hadis zikretmekle yetinelim. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.”(20)
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”(21)
“Bu, Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği merhamettir ve Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder.”(22)
Hz. Peygamber’in şu sözü meseleyi tam anlamıyla ortaya koymaktadır: “Ben lanetçi olarak gönderilmedim; ben rahmet peygamberiyim (rahmet olarak, rahmetin tecellisi olarak gönderildim).”(23)