Mekke’de risâletin 8. yılında indirilmiş olması muhtemel olan, 227 âyetten oluşan, adını 224. âyetinde “şairler” anlamındaki الشُّعَرَآء eş-şu‘arâ’ kelimesinden alan Şu‘arâ’ sûresi, inişe göre 51, resmî sıralamada ise 26. sûredir.
Şu‘arâ’ sûresi, resmî sıralamada öncesinde bulunan Furkân sûresiyle yakın konu ilişkisine sahiptir. Her iki sûrede de çeşitli peygamber kıssalarının bulunması bir ortak yöndür. Ayrıca her iki sûrede de iyi insanların özellikleri ele alınmakta, kurtuluşun nasıl mümkün olacağı üzerinde durulmaktadır.
Şu‘arâ’ sûresi, vahyin apaçıklığı mesajıyla başlamakta, müşriklerin alaycılığına ve hakikatlerden yüz çeviriciğine dikkat çekilmekte, Yüce Allah’ın kudretine dikkat çekmek için yeryüzünde çeşitli bitkilerin yaratılmasında nice ibretlerin bulunduğu, ancak insanların çoğunluğunun iman etmemesi dile getirilmektedir.
10. âyetten itibaren, Hz. Mûsâ’nın kıssasına geçilmekte, onun azgın Firavun’un kavmine gönderilme emrine karşılık Hz. Musa’nın eski bir suçu nedeniyle çekinmesi dile getirilmekte, bu nedenle Hz. Hârûn’a risâlet verilmesi isteğinin ardından Firavun’la olan geçmişe dair birtakım konuşmaları gündeme getirilmektedir.
23. âyetten itibaren, Firavun’un Yüce Allah hakkındaki alaycı sorusuna Hz. Musa’nın verdiği etraflı cevaplar dile getirilmekte, ddaha sonra büyücülerle ilgili pasaj yer almakta, Hz. Musa karşısında mağlup olan ve sonuçta iman ettiklerini ilan eden büyücülere yönelik Firavun’un tehditlerinden, büyücülerin muhteşem teslimiyetinden söz edilmektedir. Kıssanın son bölümünde Hz. Musa’nın beraberindeki İsrailoğullarıyla birlikte denizden geçirilmesi ve bu esnada Firavun ve adamlarıın yarılan denizin içerisinde boğulmaları hatırlatılmaktadır.
69. âyetten itibaren, Hz. İbrâhîm’in kıssası başlamakta, onun “tevhîd ilanı” diyebileceğimiz çok önemli hatırlatmaları şu şekilde dile getirilmektedir: “Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren; beni yediren ve içiren; hastalandığımda bana şifa veren; beni öldürecek, sonra diriltecek olan; Hesap günü benim için hatalarımı bağışlayacağını umduğum kudret işte sadece O’dur (Allah’tır).” Daha sonra çeşitli dua cümlelerine yer verilmekte ve karşıtlarının mahşerdeki feci akıbeti ele alınmaktadır.
105. âyetten itibaren, sırasıyla Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Lût ve Hz. Şu‘ayb’ın kıssaları ana hatlarıyla ve benzer içerikleriyle gündeme getirilmektedir. Sûrenin 192-196. âyetlerde vahyin çok nefis bir tanımı şu şekilde yapılmaktadır: “Kuşkusuz o (mesaj/Kur’ân), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Uyarıcılardan olasın diye Kur’ân’ı apaçık Arapça diliyle er-Rûhu’l-Emîn (Güvenilir Rûh/Cebrail) senin kalbine indirmiştir. Kur’ân, daha öncekilerin kitaplarında da (ana içerik olarak) vardı.” Buna karşılık müşriklerin alaycılıkları ifade edilmekte, vahye şeytanların herhangi bir müdahalesinin olamayacağı, bundan engellendikleri gibi konular ele alınmaktadır.
Son grup âyette ise söz sûreye adını veren “şairler”e getirilmekte, onların peşinden gidenlerin azgınlıkları hatırlatılmakta, ancak bütün şairlerin kötü olmadığı, iman edip sâlih amel sahibi olanlarının bulunduğu beyan edilerek sûre sona erdirilmektedir.